
DÜŞE TUTULAN AYNA
“Düşe Tutulan Ayna,
A4 boyutunda, Renkli Tükenmez Kalem, Karton, 2011.”
DÜŞE TUTULAN AYNA
“Renkli Tükenmez Kalemle Çizdiğim Resimler” serisinin erken dönem örneklerinden biri olan bu eser, malzemenin sadeliğiyle düşsel dünyanın karmaşıklığını ustalıkla harmanlanıp biçimsel soyutlama hem de duygusal derinlik açısından teknik kısıtlılığı olan bir malzemeyle yüksek plastik değerler elde edilmesi açısından resim sanatı bağlamında dikkat çekici bir örnek olarak yaptığım resimlerimdendir.
Bu resmim, görsel bir kompozisyon olmanın ötesinde; bilinç ile bilinçaltı, zaman ile sezgi, figür ile soyut arasında kurulmuş bir geçit gibidir. Renkli tükenmez kalemle düşsel alanları imkan dahiline getirmek becerisini bu eserde, adeta meditasyon hâline gelmiş bir çizgisel sükûnetle birleştirdim.
Tükenmez kalem, genellikle yazı aracı olarak değerlendirilirken, burada bir resimsel ifade malzemesine dönüştürdüm. Bu sıradan ve sabit tonlu aracı, farklı basınçlarla ve yönlü çizim teknikleriyle kullanarak ton geçişleri, doku çeşitliliği ve optik titreşimleri meydana getirmeyi başarmış olduğuma inanıyorum.
Tükenmez kalem gibi sınırlı müdahale olanağı sunan bir araçla bu denli yumuşak geçişler, yoğun yüzey etkisi ve katmanlı dokular yapabilmek; ciddi bir çizim disiplini ve sezgisel yetenek gerektirir. Bu durum, resim sanatında önemli bir ilkeye işaret eder: Malzemenin sınırlarını zorlamak ve ona sanat değeri kazandırmak çok çalışmaya, denemeye, yenilenmeye, korkmayıp istikrarlı bir tarzda üretip tecrübe kazanmaya dayanır.
Tükenmez kalemle resim yapmak, sanatçıyı her çizgide düşünmeye ve geri dönüşsüz kararlar almaya zorlayan bir eylemdir. Çünkü, tükenmez kalemle çizilen bir çizgi eğer yanlış veya istenmiyorsa; silgi gibi araçlarla silinmesi, kapatılması mümkün değildir ve ancak üstüne, sulandırılmış beyaz (akrilik gibi) boya sürülürse örtülebilir. Bu boya ve benzeri malzeme ile kapatılan yerler, resim kağıdının dokusundan farklı olduğu için bir de daha parlak göründüğünden dolayı resimdeki bütünlüğü bozar.
Onun için tükenmez kalem ile çok çalışma yapıp çizgiyi çekerken gelişen özgüven ile kaleme hakim olmalıdır. Çizginin derecesine göre hafiften en koyuya ya da sert çizgiye doğru inişleri çıkışları ayarlamak gerekir: Bilinçli olarak uzun çalışmaların sonucunda tükenmez kalemi de kullanan sanatçı ustalacak ve kaleme hakim olacaktır.
Özellikle sağ üstteki spiralimsi dönüşler, arka plandaki noktasal dokular ve sola doğru açılan biçim geçişleri, izleyicinin gözünü kompozisyon içinde sürekli hareket ettirir.
Burada çizgi yalnızca tanımlayıcı değil; aynı zamanda psikolojik bir araçtır. Her dokunuş, benim iç dünyamdan izleyiciye aktarılan bir titreşim gibidir. Bu teknik yapıyla, resme yalnızca görsel değil, duygusal bir boyut kazandırdım.
Çok deneyip ve ısrarlı çalışmalar sonucunda bu zorluğu, eserimde avantaja dönüştürerek her çizgiyi bir düşünce izi gibi yüzeye yerleştirdim. Mavi, kırmızı, yeşil ve siyah kalemlerin titizlikle üst üste uyguladım. Bu katman katman sürülmesi sonucunda renkler arası geçişleri titreşimli bir düzleme dönüştürdüm. Bu uygulama, yalnızca bir yüzey etkisi değil; aynı zamanda da resmin ruhuna derinlik katmış oldum.
Buradaki çapraz çizgilemeler ve karalamaya dayalı alanlar, kontrolsüzlüğün içinde kurulu bir düzeni çağrıştırır. Bu teknik tercihler, eserin izleyicide sürekli genişleyen bir uzay etkisi yaratmasına olanak tanır. Çizgiler sadece şekli değil, aynı zamanda zamanı, mekânı ve psikolojik atmosferi de inşa eder.
Biçimsel anlam ve yorum: belirsizlikte beliren yüzleri eserdeki biçimler ilk bakışta amorf, yani belirgin bir nesneye ya da figüre ait olmayan yapılardır. Ancak uzun süre bakıldığında izleyicinin zihni bu şekillerde yüzler, profiller ya da uzuvlar seçmeye başlar. Sol üstteki koyu gri alan bir yüz profili gibi görünürken, merkezdeki spiralimsi kıvrımlar içe dönük bir bedeni çağrıştırabilir. Bu şekillerin kesinlikten uzak olması, onları yorumlamaya açık kılar ve izleyiciyi pasif bir gözlemci olmaktan çıkarır, yaratıcı bir özneye dönüştürür.
Biçimlerin bu belirsizliği, sürrealizmin temel ilkesi olan “bilinçdışı imgenin özgürce ortaya çıkışı” ile doğrudan örtüşür. Gülel burada açık bir anlatı kurmaktan kaçınır. Onun yerine, biçimleri serbest bırakır ve izleyiciye düşsel bir okuma alanı sunar.
Bu renkli çizimimde kullanılan renk paleti; neşeyi, huzuru, çalkantılı ve dinginliği eşzamanlı olarak çağrıştırdım. Mavi ve yeşil tonları serinlik ve içe dönüklük hissi yaratırken, kırmızı özellikle sağ ve merkez bölgelerde hem enerji hem de bir tür duygusal sarsıntı olarak hissettim. Kırmızının çizgiyle verilmiş titreşimi, resme bir yara izi ya da içsel bir patlama etkisi veriyor.
Renkler rastgele değildir; duygusal zekâyla tespit edip sol üstteki yuvarlak açık yeşil form, hem bir ay hem bir göz hem de bir iç ışık olarak yorumladım. Bu çoklu anlam olasılığı, rengi sadece estetik değil, anlatıma sözsüz sessiz bir unsur haline getirdim.
Renk psikolojisi etkisiyle sessizlik içinde çoğalan seslerim oldu. Bu çizimde kullanılan renkler –özellikle pastel tonlarındaki kırmızı, mavi, yeşil ve mor– izleyiciye hem huzur hem de bir tür içsel tedirginlik hissi verir. Renkler arasındaki yumuşak geçişler, bir rüyanın bilinçle temas ettiği noktaları temsil eder. Özellikle eserin üst bölümünde yer alan dairesel açık yeşil form, hem bir ay, hem bir göz, hem de bir iç ışık olarak yorumlanabilir.
Bu renk düzeni, bir çığlık atmadan da duygusal yoğunluk oluşmasının göstergesidir. Buradaki amacım, sessizliğin rengini çizgilerle görünür kılmaktadır. Renklerin birbirine karışması, tıpkı bir duygunun başka bir duyguya dönüşmesi gibidir: Sakinlikten hüznü, hüznün içinden kabullenmeyi sezebiliriz.
Renkler, resim sanatının en temel bileşenlerinden biridir. Bu eserde: Sınırlı sayıda renk (kırmızı, mavi, yeşil, siyah) kullanılmış olmasına rağmen, bu renkler katman katman ve dokusal olarak işlenerek renk zenginliği elde edilmiştir.
Renklerin üst üste uygulanmasıyla: Yüzeyde derinlik oluşmuş, ton geçişleriyle gölgeler ve hacimler meydana getirilip, “ışık – gölge” kontrastlarını sağladım. Bu, resimsel hacim etkisinin sadece boya değil, çizgi ve renk tekniğiyle de sağlanabileceğini gösterdim.
Sürrealist estetik ve sanat: bilinçdışının form ile dansı sürrealist sanat, çoğu zaman rasyonel düşüncenin yerine gelen sezgisel bir ifade biçimidir. Her kıvrım, her renk geçişi, her çizgi grubu; bir hatıranın, bir sezginin, bir düşünce kırıntısının ifadesidir.
Bu çizimim de tam olarak bu noktada durur: Anlatılamayanı, biçimlendirilmiş sessizlikle ifade eder. Resim anlatmaz ama sezdirir. Göstermek yerine çağrıştırır. Bu da onu izleyiciyle daha derin bir iletişime sokar. İzleyici, resmin içine yalnızca bakarak değil, kendi içini dinleyerek girer. Formların ne anlattığı sorusundan çok, ne hissettirdiği sorusu öne çıkar.
Bu eser, gece ile gündüz arasında, uyanıklık ile uyku arasında geçen o belirsiz zaman dilimi gibidir. Bir bilinçaltı imgesi, bir içe bakış, bir suskunluk alanı… Burada bir hikâye anlatılmaz; ama çok şey sezdirilir.
Formlar netleşmez ama anlam derinleşir. Bu nedenle bu eser, izleyiciyi “anlamaya” değil; “hissetmeye” davet eder. Yüzeyde görünmeyen ama hissedilen duyguların varlığı, resme bir rüya atmosferi kazandırır. Buradaki imgeler tanıdık değildir, ama duyguları tanıdıktır. Resim bir anı sunmaz; bir ruh hâlini sunar. Bu da onu klasik temsilden ayırır ve gerçeküstü yapar.
İlk bakışta soyut bir manzara gibi algılanabilecek bu kompozisyon, daha dikkatli incelendiğinde bilinçaltı imgelere, duygusal çağrışımlara ve çok katmanlı bir anlam ağına açılır. Bu eser, modern resim anlayışında “klasik teknik – çağdaş yorum” bileşiminin nasıl yaratıcı ve özgün bir biçimde kullanılabileceğini gösterir.
Eserin merkezinde yükselen organik form, ilk bakışta taş, bulut ya da kas dokusu gibi doğaya ait bir yapıyı çağrıştırır. Ancak biçimlerin bir sınırı yoktur; her biri hem içe hem dışa doğru bükülür. Sol tarafta, profil görünümlü bir insan yüzüne benzeyen kontur, izleyiciyi figüratif bir çağrışıma yönlendirirken; aynı biçim hemen ardından soyut bir forma dönüşür. Bu “görünür ama tanımsız” olma hâli, sürrealist estetiğin temelidir: Gerçek ile rüya arasındaki çizginin belirsizleşmesi.
Yapı, bir taş heykel gibi ağır, ama aynı zamanda bir düşünce gibi hafiftir. Alt kısımdaki destekleyici katmanlar ise bu formu hem taşıyor hem de içinde kayboluyormuş gibi görünür. Biçimler arasında neyin zemin, neyin gövde, neyin boşluk olduğu sürekli değişir.
Kompozisyonun plastisitesi resimde yukarıdan aşağıya doğru katman olan biçimler, yumuşak kıvrımlarla birbirine bağlanarak organik bir bütünlük oluşturur. Biçimler açıkça tanımlı değildir, ancak birbirine bağlı renk alanlarıyla dengeli bir kurgu sunar.
Bu yönüyle eser: Organik soyutlama akımına yaklaşır. İzleyiciyi sürekli bir bakış devinimi – hareket içinde tutar. Görsel merkez, net bir noktadan ziyade dairesel akışla yayılır. Böylesi bir yapı, resimsel kurgunun ritmik bir harmoniyle kurulması açısından değerlidir.
Figüratif ve soyut arasındaki geçişler olarak resimde Soyut Arasındaki Geçiş bir yandan profil silüeti gibi insan formuna dair çağrışımlar, diğer yandan da tamamen soyut alanlar bulunur. Bu geçişler: İzleyicide çoklu anlam yaratır. Resmi sadece betimleyici değil, yorumlayıcı ve çağrışımsal bir düzleme taşır. Modern ve çağdaş resim anlayışında önemli bir yer tutan görsel çok anlamlılık (ambiguity) ilkesini yansıtır.
Resimsel alan ve derinlik arka plan, yüzeysel bir boşluk değil; çizgilerle inşa edilmiş aktif bir atmosfer alanıdır.
Bu bağlamda: Ön plan ile arka plan arasında net bir ayrım yapılmaz. Resim, mekân derinliğini klasik perspektifle değil, çizgisel yoğunlukla sağlar. Bu yaklaşım, özellikle 20. yüzyıl modern resim anlayışında sıkça görülen bir tavırdır.
Sonuç olarak 2011 tarihli bu renkli tükenmez kalem çizimi, görsel sanatın düşünsel boyutunu keşfetmek isteyen izleyiciler için derin bir düşsel yolculuk sunar. Her çizgi, bir duygunun izi; her renk geçişi, bir düşüncenin dönüşümüdür. Belirsiz biçimler içinde tanıdık bir yüz, tanıdık bir hâl, tanıdık bir sessizlik bulmak mümkündür.
DÜŞE TUTULAN AYNA adlı eserimde soyutluğunun arkasında duygusal bir doğruluk, biçimlerin belirsizliğinin içinde ruhsal bir açıklık vardır. Resim bir şey anlatmaz; bir şey olur ve o olan şey, izleyicinin iç dünyasında yankı buldukça anlamını bulur. Bu çizimde, resim sanatının temel ilkelerini (kompozisyon, doku, renk, hacim, derinlik) özgün bir malzeme ve biçim diliyle yorumlayan çağdaş bir desen-resim çalışmasıdır.
Bu çizim, yalnızca teknik bir becerinin değil; aynı zamanda içsel bir sezginin, sabrın ve sessizliğin ürünüdür. resmin sadece boya ile değil; çizgiyle, sabırla ve hayal gücüyle de inşa edilebileceğini kanıtlar. İşte burada yalnızca görünenin değil; görülmeyenin, hissedilenin, bilinç dışında yankılanan ne varsa onların da resmini çizdim.
Tükenmez kalemle çizilmesine rağmen, sunduğu anlamlar asla tükenir manada değildir ve baktıkça derinleşir, derinleştikçe büyür.
Her çizgi bir sükût, her renk bir duygu, her form bir bilinçaltı izidir ve her izleyici, bu çizimde kendinden bir parça bulur: Kimi zaman bir yüz, kimi zaman bir boşluk, kimi zaman bir düş… bu izler, izleyeni suskunluğuyla konuşturan bir sanat yapıtına dönüşür.
Eserdeki her detay; düşünülmüş, sabırla işlenmiş, duyguyla beslenmiştir ve bundan dolayı böylece bu çizim, teknik olarak bir “tükenmez kalem çizimi” olsa da, içerik ve estetik bakımından tam anlamıyla bir resim yapıtıdır.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 26.05.2025
(Resimli Dünyam)