
BİR SÜRREALİST GERÇEKÜSTÜ RESİM YORUMU
GÖRÜNENDE GÖRÜNMEYENLER
Bu çalışmada, 2022 yılında siyah tükenmez kalemle A4 boyutundaki kartona gerçekleştirdiğim “Görünende Görünmeyenler” adlı sürrealist çizimimi teknik, biçimsel ve kültürel açılardan inceleyip, bu sürrealist çizim üzerine uzun bir makale olarak sanatsal, kültürel açıdan teknik bilgilerle yorumlamaya çalışacağım.
Bu çizimde simetrik yapılar, düşen damlalar ve organik formlar, bilinçdışı temsiller ile doğa – doğa ötesi arasında bir köprü kurdum. Tükenmez kalemin sınırlarını zorlayan bu çizim, çağdaş çizim sanatında sürrealist estetikle figüratif soyutlamanın kesişim noktasında durmaktadır.
Görünene bakmakla yetinmeyen bir göz olarak; “Sanat, görünmeyeni görünür kılma çabasıdır,” der Paul Klee. “Görünende Görünmeyenler” adlı 2022 tarihli çalışmam, bu çabanın; imgesel ve düşünsel bir örneğidir.
Bir ressam olarak, siyah tükenmez kalemin sınırları içinde, figüratif soyutlamanın ve sürrealist yoğunluğun iç içe geçtiği bir anlatı meydana getirdim. A4 boyutundaki bu yüzey, dışavurumcu çizgi hareketleri, biçimsel çatışmalar ve sembolik (simgesel) düzenlemelerle doludur. Eser, bir yüzey çalışması olmaktan çok daha öteye geçerek zihinsel ve varoluşsal bir içeriğe dönüşür.
Sanatta gerçekliğin ötesine ulaşmak için yalnızca betimleme ile (tasvir etmekle) değil, iç dünyayı şekillendirmek ile mümkündür. Sürrealizm, bu yönüyle 20. yüzyıl başlarından itibaren sanatçılara bilinçdışı, rüya, sezgi ve metafor gibi araçlarla yeni ifade biçimleri sunmuştur. Bu “Görünende Görünmeyenler” adlı 2022 tarihli siyah tükenmez kalem çalışmam, sürrealist gelenekle çağdaş çizim tekniklerinin özgün bir birleşimini izleyiciye sunmaktadır.
Malzeme ve teknik açıdan inceleme yapacak olursak, bu çizim, yalnızca siyah tükenmez kalem kullanmam yanında biçimsel sadeliğin ardında teknik ustalığı da göstermiştir. Tükenmez kalem, silinemezliği ve iz bırakma mecburiyeti nedeniyle hata kabul etmeyen bir malzemedir. Bu çalışmamda çapraz tarama (cross-hatching), dairesel karartma (stippling) ve yönlü gölgeleme teknikleriyle yüzey üzerinde plastik bir derinlik oluşturdum.
Yaprak ve benzeri kıvrımlar, ışığın yönüne göre tonlama etkisiyle üç boyutlu tesir ve algılar meydana getirerek; damlaların hacmi ise optik yoğunlukla belirginleşmiştir. Bu yöntem, hiper realist (aşırı gerçekçi) bir damla estetiğini sürrealist bir bağlamda kullanma cesareti olarak da değerlendirilebilir.
Teknik analiz açısından siyah tükenmez kalemle kurgulanan derinlik malzeme ve uygulama yöntemiyle göz önüne serilmiştir. Tükenmez kalemle çalışmak, ressamı her çizginin sorumluluğunu taşımaya zorlayan cesur bir tercihtir.
Tükenmez kalem ile resim çizerken diğer malzemelerde olduğu gibi buradada hassas noktalar vardır. Tükenmez kalem ile resim çizilecek kağıdın dokusu, yüzeyinin durumu, incelik ve kalınlığı çok önemlidir.
80 gramdan daha düşük gramaja sahip olan kâğıtlara tükenmez kalem ile çalışma sonucunda çizilen resmin kalitesi düşük olur, ömrü ize uzun olmaz.
Yüzeyi cilalanmış ve çok ince plastik kaplamalı kâğıtlarda da istenilen sonuç alınamadığı gibi zaten hem çizilemez, hem de çizilse bile ara tonlar verilemez.
Kâğıdın üretildiği madde ve içine katılan kimyasallardan dolayı tükenmez kalemin kuru mürekkebini eğer kâğıt emmiyorsa; oradada doğru bir resim çizmiş olamayız. Kalemden gelen renkler ister istemez birikir ve resme zarar veren duruma gelebilir.
Bir başka hususta kâğıdın rengidir. Eğer piyasada olan tükenmez kalemin dört temel rengini, yani yeşil, mavi, kırmızı ve siyahı ele alırsak; siyah renkli karton / kâğıtta siyah tükenmez kalem ile pek iyi bir sonuç elde etme şansımız yoktur. Resim kâğıdının / kartonunun rengi koyulaştıkça aynı renkteki tükenmez kalem ile sanatsal bir resimde başarılı olamayız.
Yıllarca hem tükenmez kalemleri hem de kâğıt ve kartonları sabırla deneyerek bu (deneme yanılma metoduyla) tecrübeleri kazandım. Bu tecrübeleri sürekli ve düzenli çalışarak yeni denemeler ile bir çok sahada önce el becerisi kazanıp yeteneğimi geliştirdim ve ustalık kazandım.
Parmaklarımın kâğıda temasıyla öyle bir his ve duygu kazandım ki; o kağıda eldeki tükenmez kalem ile resim yapılıp, yapılmayacağına karar verebilecek beceriyi elde ettim. Elbette bu çalışma şekli, benim kendi bilinçli çalışmalarım ve uygulamalarım olarak sıkılmadan, bıkmadan azimle denemelerim sayesinde sonuç olarak beni bu noktaya getirdi. Başka bir sanatçı, bir başka yöntemler ve denemeler kullanarak kendisine has başarıya ulaşmış olabilir.
Sabırla ve titizlikle az da olsa sürekli ve düzenli çalışanlar, bu sınırlı sanatsal imkana sahip alanlarda dahi girişimlerini bir erdeme dönüştürürler. Her çizim gelecekte oluşacak büyük eserler için bir basamaktır ve gerçek sanatçılar, o basamakları geçerek şaheserini ortaya koyabilirler.
Bu resimde katmanlı tarama teknikleriyle (cross-hatching), tonlama ve gölgelendirme aracılığıyla yüzeyde neredeyse heykelsi bir derinlik oluşturdum. Farklı yönlerde üst üste binen çizgilerle, mekânsal bir hacim ve organik kıvrımlar ürettim. Özellikle merkezdeki damla formları, ışık – gölge geçişleriyle hiperrealist (aşırı gerçekçi) bir algı meydana getirdim.
Kompozisyonel yapı olarak resmin merkezine yerleştirilen simetrik yapılar ilk bakışta bitki yapraklarını, çiçek açılımlarını ya da yırtılmış kâğıt parçalarını andırır. Ancak bu görünüşlerin altında çok katmanlı bir anlam örgüsü vardır. Kompozisyon, hem yatayda hem dikeyde simetriye yaklaşan ama bilinçli olarak ondan sapan bir yapıya sahiptir.
Üstten aşağıya inen damla dizilimi, fiziksel olarak yerçekimi çağrışımı yaparken metaforik düzeyde ruhsal bir boşalma, gözyaşı ya da kozmosun sıvı dili gibi çoklu anlam katmanları taşır. Eserin dikey ekseninde yer alan damla zinciri, hem görsel merkez hem de tematik odaktır.
Kompozisyonda dikkat çeken bir diğer unsur, yaprak ya da çiçek benzeri iki ana formun üst üste konumlandırılmasıdır. Bu formlar, simetrik yerleşimlerine rağmen birebir aynılık taşımaz; bu da doğada ve bilinçteki asimetriye gönderme yapar. Sağ alt köşede yer alan yumru biçimli yapı ise bir el, bir beden parçası ya da soyut bir et yığını olarak yorumlanabilir. Bu figüratif muğlaklık, sürrealist resmin temel niteliklerinden biridir.
Sürrealist (gerçeküstü) estetik ve biçimsel yorumlar açısından bu çalışmamda sürrealist biçim bozumları (deformasyon) belirgin biçimde hissedilir. Çiçeğe, yaprağa ya da kabuğa benzeyen formlar gerçekliğin sınırında dolaşır, ancak hiçbir zaman somut doğa nesnelerine tam olarak indirgenemez. Tıpkı Salvador Dalí’nin eriyen saatlerinde olduğu gibi, bu formlar da tanıdık olanın ötesine taşarak bilinçaltı çağrışımları uyandırır.
Gözyaşı mı, kozmik damlalar mı diye kendi kendimize de sorabiliriz. Merkezdeki damla dizilimi, sadece fiziksel bir sıvının düşüşünü değil, bir iç dünyadan dışa süzülen ruhsal durumları da temsil eder. Bu düşen damlalar, Jung’un “kolektif bilinçdışı” kavramı gibi, tekil bir bireyin ötesinde evrensel bir özlem veya acıyı temsil edebilir. Damlalar büyüdükçe değil, aşağıya indikçe büyür – bu da düşüşün etkisini ve yerçekiminin metaforik baskısını vurgular.
Kabuk, beden, hatıra gibi şeyleri sağ alt köşedeki kıvrımlı yapı, insan bedeniyle ya da bir elin yumruğuyla özdeşleşebilecek biçimde yorumlanabilir. Ancak bu bir netlik değil, bir muğlaklık estetiğidir. Kabuk gibi görünen yapılar, geçmişten koparılmış anılar ya da içsel katmanlar gibi soyutlamalara kapı aralar. “Kabuk”, hem koruma hem de gizleme işleviyle bilinç ve bilinçdışı arasındaki sınırdır.
Kültürel ve felsefi arka plana bir göz atacak olursak; doğayla diyaloğa dikkat çektim. Çalışmamın estetik dokusunda doğanın organik yapılarıyla bir tür diyalog görülür. Yaprak benzeri biçimler, doğayla kurulan içsel bir bağı, belki de insanın doğadan koparılıp uzaklaştırılmasından dolayı bir özlemi simgeler. Burada, kültür ile doğa arasındaki çatışmayı soyut formlar üzerinden anlattım.
Eserdeki formlar, yalnızca doğaya referansla değil, doğayla kurulan kültürel ilişkilere de işaret eder. Özellikle yaprak ve damla sembolleri, İslam estetiğinde ve Türk halk kültüründe yaşam, temizlik, gözyaşı ve tefekkürle ilişkilendirilir. Damla aynı zamanda, Mevlânâ’da “bir damlada denizi görmek” düşüncesiyle mistik bütünlük fikrini çağrıştırır.
Bu çizimdeki biçimleri açık uçlu bırakmam, izleyiciye sezgisel bir alan açar. Bu yaklaşım, Maurice Merleau – Ponty’nin “görmek yalnızca optik değil, bedensel bir bilinç eylemidir” anlayışıyla örtüşür.
Sürrealist dilin çağdaş yorumu olarak bu çalışmam, klasik sürrealist gelenekten (Dalí, Ernst, Tanguy) biçimsel etkiler taşımakla birlikte, güncel bir çizgisel ekonomiyle ayrışır. Malzeme sadeliği ve sembol yoğunluğu ile bu tür resimlerin dahil olduğu sanattaki çizim odaklı disiplinleri hatırlatır.
Sürrealizm, Türkiye’de çoğunlukla edebiyat üzerinden (rüya, bilinçaltı) algılansa da bu tür çizimler, sanatın bu akımı plastik dilde de benimsediğini gösterir.
İçsel gözlem ve kendisi olabilmeyi arayışının “Görünen” ile “görünmeyen” arasındaki karşıtlık, Platon’un idealar dünyasını da çağrıştırır.
Duyularla algılanan dünya, ancak yüzeydir. Asıl gerçeklik, görünmeyende saklıdır. Gülel’in çizimi, yüzeydeki formların arkasına bakmamızı, onları sezgisel ve içsel bir bakışla anlamamızı talep eder. Bu bağlamda eser, kendilik bilgisine yapılan bir çağrı niteliğindedir.
Zamana tanıklık yapmak için imzamızı ve 2022 tarihini, çizimin hem zamansal bağlamını vererek hem de ismimle kimliğimi ortaya koydum. İmzanın sol alt köşede değil, sağ alt köşede yer alması da alışılmış yerleşimi kırarak “sanatçı gözetimi”nin farklı bir düzlemde sürdüğünü gösterdim. Sanatçının burada “gizli özne” değil, “sorgulayan bilinç” olarak yer aldığının açık bir ifadesi olarak göz önüne serdim.
Gözle değil, gönülle görülen şeylerin bir de “Görünende Görünmeyenler”, yalnızca bir görsel üretim değil; aynı zamanda düşünsel, sezgisel ve kültürel bir arayışın ürünüdür. İzleyiciyi pasif bir bakıştan çıkarıp, anlam inşa eden aktif bir özneye dönüştürdüm.
Siyah tükenmez kalemin olanaklarıyla meydana getirilmiş bu sürrealist yapı, görmenin ötesinde görmeyi; anlamanın ötesinde sezgiyi arayan bir çağrıdır. Her kıvrımda, her damlada ve her boşlukta insanın kendine ait bir iz bulabileceği bu çizim, zamanın ve mekânın ötesine seslenen içsel bir şiir gibidir.
Tükenmez kalem gibi asgari bir araçla çok büyük (azami) mana derinliği oluşturmaktır. Aynı zamanda ortaya çıkan bu durum, böyle çizgisel ustalığı ve felsefi yaklaşımı ortaya koyar.
Eser, çağdaş Türk çizim sanatı içinde, hem sürrealizmin hem de figüratif soyutlamanın güçlü bir temsilcisi olarak değerlendirilmelidir.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 02.08.2025
(Tükenmez Kalem Resim Yorumlarım)
Kaynakça:
Breton, André. Sürrealist Manifesto, 1924.
Arik, Nilüfer. “Malzeme Olarak Tükenmez Kalem: Deneysellikten Kalıcı Estetiğe”, Sanat Yazıları Dergisi, Sayı 22, 2018.
Jung, Carl Gustav. Rüyalar ve Yorumları, Metis Yayınları, 2013.
Ades, Dawn. Surrealism, Thames & Hudson, 1995.
Erzen, Jale Nejdet. “İslam Sanatında Doğa ve Sembol”, Sanat Tarihi Dergisi, cilt 9, sayı 1, 2001.
Merleau-Ponty, Maurice. Algının Fenomenolojisi, İthaki Yayınları, 2005.
Altınyay, Gökhan. “Türkiye’de Sürrealizmin Plastik Sanatlardaki İzleri”, Akademik Sanat Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, 2020.
Pierre, Jose. DuMont’s kleines Lexikon deş Sürrealismus, dumont? Paris – Köln, 1973.