
TAŞIN İÇİNDEKİ GÖZ
Sanat, bir hatırlamadır. Taşlar unutur, biz hatırlarız. Fakat, bazen taşın içine o kadar derin kazınmıştır ki zaman, sadece çizgiyle çıkar yüzeye. Ben çizerken geçmişi oyarım. Gölge, hakikatin imzasıdır. Işık varsa anlam vardır. Ama anlam, gölgede saklıdır. Bu yüzden ben kalemle değil, karanlık ve ışıkla çalışırım.
Bu sürrealist siyah tükenmez kalem çizimi, hem teknik hem de düşünsel bağlamda birçok sanat akımıyla ilişkisi vardır. Tükenmez kalemle olan bu çizim, sınırlı araçlarla yapılmış olmasına rağmen zengin bir ifade gücü taşır. Tükenmez kalem, geri dönüşü olmayan bir çizim malzemesidir. Bu da çizimin doğru bir tarzda ve içtenlik sağlar.
Bu çizimde sanat, sanat anlayışı ve ekolleri, özellikleri ve teknikleri açısından birkaç paragraf altında değerlendireceğim:
Sanatsal anlayış ve üslup olarak sürrealizm: bu çizimde bilinçdışı imgeler, gerçeküstü mekânlar ve hayal gücünü zorlayan formlar ile dikkat çeker. Salvador Dalí ya da Max Ernst gibi sanatçılarda da gördüğümüz, gerçekliğin çarpıtılması söz konusu.
Soyutlama: Nesneler tam olarak tanımlanabilir değil; organik, sıvımsı, kaya benzeri ya da bitkisel yapılar soyut biçimlerle harmanlanmış.
Otomatizm Etkisi: Çizim sanki bilinçdışının doğrudan kâğıda aktarılmasıyla oluşmuş gibi; bu da sürrealist akımın temel ilkelerinden biri olan “psişik otomatizm”i çağrıştırıyor.
Gerçeklik, gördüğümüz değil; görünce görünenler ile her şeyimizde en ince noktamıza kadar sarsılmayı hissettiğimiz andır. Dünya yerindedir, ama ben çoktan ilk yerimde sabit kalamayıp değişime, dönüşüme ve gelişmeye uğrarım. O anda sanat çizgisi doğar. Bir göz gibi bakmaz ama bir göl gibi içine alır insanı.
Sürrealizm (Gerçeküstücülük) özellikleri olarak: Rüya, bilinçdışı, sezgi, otomatizm, akıl dışı gibi oluşumlardır.
Bu çizimde net biçimli, ama gerçek dünyada var olmayan nesneler yer alır. Mekân dağılmıştır, zaman durmuştur. Salvador Dalí’nin eriyen saatleri gibi burada da katı ve akışkan olan bir arada sundum.
Bu eser, izleyiciyi bilinçdışının, düşlerin ve sezgilerin dünyasına çeker. Kimi figürler tanıdık gelmesine rağmen kesin bir tanımlamaya direnir; bu da bilinç ile bilinçdışı arasında gidip gelen bir deneyim yaratır. Sanatta temsil değil, ifade ve anlam yaratımı ön plandadır.
Teknik inceleme açısından çizgi kullanımı malzemesi tükenmez kalemle yapılan bu çizimde “çapraz tarama” (cross-hatching) ve “dairesel tarama” teknikleriyle tonlamalar yapılmıştır. Bu teknik, derinlik ve hacim kazandırmak açısından etkili olmuştur.
Kontrast ve dokular ile farklı çizgi yoğunlukları ile yüzey dokuları oluşturulmuş; özellikle sağdaki figürlerde kaya, kabuk ya da eriyen taş hissi uyandırıyor.
Farklı yoğunluklardaki çizgi katmanları, derinlik ve doku hissi uyandırır. Özellikle sağdaki figürlerde kayanın pürüzlü yapısı başarılı şekilde taklit edilmiştir.
Işık – gölge tükenmez kalemin tek tonuna rağmen, gölgeleme tekniğiyle belirgin bir ışık kaynağı varmış hissi veriliyor. Bu da hacim algısını güçlendiriyor. Işığın kaynağı belirsizdir, ama gölgelendirme sayesinde hacim ve derinlik algısı güçlüdür. Siyahın değişik tonlarıyla yapılan oyun neredeyse bir gravür etkisini verir.
Metafizik kompozisyon ve perspektif olarak yol benzeri bir form izleyiciyi resmin içine çeker. Ön plan – orta plan – arka plan ayrımı belirgindir, ama mekânın perspektif sınırları belirsizdir. Gerçek mekânı andıran bazı öğeler (yol, kaya) ile soyut öğeler (eriyen yapılar, dikenli kütle) bir araya gelerek zihinsel bir manzara ortaya çıkarır.
Bu çizimin düzenlenmesi merkezden sağa doğru yükseliyor, sağdaki büyük yapı sanki bir figür – silüeti gibi durmaktadır. Soldaki dairesel yapı ise güneşi andıran ama bitkisel – dikenli bir forma sahiptir.
Biçimsel yorum olarak bu çizimde yoğun bir çapraz tarama (cross-hatching) tekniği kullandım. Bu, hem ışık-gölge derinliği meydana getirip hem de yüzeyde neredeyse heykelsi bir doku etkisi vermeyi amaçladım.
Üst köşede dairesel form bir meyveyi (örneğin narenciye türünü) andırırken, sağdaki kütle ise eriyen bir taş, kavranmakta olan bir yüz ya da yıpranmış bir heykel başı gibi algılanma hissini verdim.
Zeminde ise aşağıya doğru uzanan yollar ya da katmanlar, çizimi bir rüya mekânı gibi yapılandırıp; bu yollar vasıtasıyla gerçeklikten uzaklaşıp izleyiciyi zihinsel bir yolculuğa davet ettim.
Otomatik çizim ve Andre Breton etkisi olarak bu çizimde, sanki düşünceyi önceden planlamadan serbest bırakmışım gibi görünür. Bu da sürrealizmin kurucularından Andre Breton’un otomatik yazı ve çizim anlayışıyla örtüşür. Yani zihnin “sansürsüz” akışı doğrudan kâğıda yansır.
Soyut dışavurumculuğu duyguların doğrudan aktarımı ve biçimin ikinci plana atılması eserde görülür. Sınırları belirsiz, kimi zaman figüre dönüşen kimi zaman eriyen kütleler; benim iç dünyamı doğrudan yansıtır.
Bu çizim etkisi açısından (Giorgio de Chirico) kompozisyonun rüya gibi, fakat aynı zamanda derin bir yalnızlık ve dinginlik taşıması, metafizik resim akımını da çağrıştırır.
Kültürel ve sanatsal yorumda sürrealist etkilere çok önem verdim. Resim, bilinçaltı imgelerin ve düşsel sembollerin kullanımıyla Sürrealizm akımının estetik ilkelerine uygun. Salvador Dali’nin eriyen formlarını ya da Max Ernst’in doğa-biçim soyutlamalarını andırıyor. Ancak bu çizimdeki formlar, Batı Sürrealizminden çok, Anadolu’nun taşlaşmış efsaneleri, yerli mitolojiler ve toprakla iç içe geçmiş bir bilinç üzerinden gelişiyor.
Zamansızlık ve taş kültürüne bakarsak; sağdaki figür, bir kaya şeklinde hem bir insanı hem de doğayı çağrıştırıyor. Bu durum, antik Anadolu medeniyetlerindeki heykel geleneği ile çağdaş soyutlama arasında köprü kuruyor.
Tohumu çizmek, geleceği inşa etmektir. Bir haşhaş kapsülü veya bir narenciyede, bir döngü içinde saklı bin yıllık düşleri gün yüzüne çıkarıp sanat haline getirip, o düşleri kıra kıra açmaktır; ne patlatarak ne saklayarak… usul usul.
Sol üstteki kapsül biçimi ise bir tohum, başlangıç ya da zamanın içinde saklı bir potansiyel olarak yorumlanabilir. Bu, hem kadim kültürlerin doğurganlık simgeleriyle hem de modern bireyin içe dönüşüyle örtüşüyor.
Anlatı ve zıtlık olarak, sağdaki figür, bir düşünce halini, hatta çökmüş bir gururu ya da yıkılmış bir aşkı temsil ediyor olabilir.
Sol üstteki tam ve yuvarlak form ise onun karşıtı gibi duruyor: İç doluluğu, bilgeliği, belki de yeni bir yaşamın doğuşunu.
Kavramsal boyut ile bu çizim, kültürel bir iç döküm ve aynı zamanda zihinsel bir arkeoloji çalışması gibi okunabilir. Benim bu çizimdeki çizgilerim sadece bir yüzey değil, bir katmanlar tarihi inşa ediyor:
Görsel olarak: geçmişin, doğanın ve insanın sınırlarında dolaşıyor.
Anlamsal olarak: zaman, yüzleşme, içsel yolculuk ve dönüşüm temalarını taşıyor. Anlam, şekilden değil, çatlaklardan sızar. Fakat, yüzeyin bütünlüğü bakanı aldatabilir. Yırtılmış bir taş, eğilmiş bir kafa, içe çökmüş bir gövde… işte orada başlar anlatı.
Anlam katmanları açısından organik – mekanik karışımı noktalar ise bazı biçimler hem doğadan alınmış gibi (çiçek, taş, su), hem de bilinçaltından fırlamış tuhaf yapılar gibidir. Bu ikilik, insan zihni ile doğa arasındaki ilişkiyi sorgulatır.
Yol ve uçurum ise ön planda görülmekte olan yol ya da su kanalı gibi yapı, bir yolculuk hissi verir. Bu yolculuk içe doğru, bilinçaltına doğru olabilir diye düşünüyorum.
Yüz silüeti sağdaki büyük formda insan yüzünü andıran yapılar ile birliktedir. Bu da izleyiciyi kendini sorgulamaya, imgenin içinde kaybolmaya itiyor.
Kültür, soyut değildir; somuttur, dokunulabilir. Benim çizgim, mermerin damarını bilir. Anadolu toprağının ne söylediğini duyar. Ne Roma’ya öykünürüm ne Paris’e yaslanırım. Kendi taşımda yazarım masalımı.
“Taş konuşmaz sanırlar. Ama bir kere duydun mu susamazsın artık.”
Figür yoksa figürün hayaleti vardır. Yüz çizmiyorum çünkü her çizdiğim yüz, başka bir gözün içinden yeniden doğuyor. Her bakan yeniden yapıyor resmi. Ben sadece iz bırakıyorum.
“Taşın dili vardır; ama onu duymak, susmayı bilmeyi gerektirir.”
Bu söz, benim çizimlerimde sessiz ama etkili bir yankı gibi duran formların ardındaki derin iç sesi yansıtır. İzleyiciyi sadece bakmaya değil, görmeye ve hissetmeye çağırır.
Sanat, bir arınmadır. Her çizgi bir ağırlıktır ama bu işi bitirince bu yük baskılarından kurtulup ve yükümü hafiflettim. Bu çizim bittiğinde artık sustu. Çünkü söyleyeceğini bitirmiştir. Bundan sonra izleyiciye mesajı duymak, duyabilmek düşer.
Kullandığım tükenmez kalemim, bilindik estetik sınırları aşar; biçimi soyarken anlamı çoğaltır. Her şekil, kendi içinde bir çatlak taşır; o çatlaklar içinden sızanlar, asıl hikâyeyi fısıldar. Bu manifesto ise o hikâyenin yazılı hali değil, yankısıdır.
Çünkü bazı çizgiler anlatmaz, sadece hatırlatır. Böylece biz, unutanlar olarak; hatırlamaya muhtacız.
Bu manifesto, çizgiden çok iz bırakan bir sanatçının içsel yolculuğunun haritasıdır. Taşla konuşan olarak, gölgeyle düşünen, tohumla gelecek çizen bir ressam değil sadece; o aynı zamanda zamansız imgelerin diliyle yazan bir anlatıcıdır. 2015 tarihli bu sürrealist desen, sadece bir resim değil; bir belleğin, bir halkın, bir coğrafyanın ve bir ruhun dışavurumudur.
Sözün sonunda bu çizim, hem teknik ustalığıyla hem de içeriğindeki simgesel, bilinçaltı öğelerle izleyiciyi içine çeken güçlü bir sürrealist çizim olarak tanımlanabilir.
Sürrealizm bu resimde, soyut dışavurumculuk ve otomatik çizim tekniklerinin bir araya geldiği, teknik ustalıkla duygusal yoğunluğun dengelendiği bir çalışmadır.
Yalnızca estetik bir deneyim değil, aynı zamanda bir bilinçaltı araştırması ve kültürel hafızaya yazılmış bir not olarak da değerlendirilebilir.
Tükenmez kalem gibi sınırlı bir araçla böylesi çok katmanlı bir dünyayı çizip ortaya çıkarmak için, çizgiye ve anlatıma ne kadar hâkim olduğumu da göstermiş oluyorum.
İmza ve tarih olarak otomatik çizim ve Andre Breton etkisi olarak bu çizimde, sanki düşünceyi önceden planlamadan serbest bırakmışım gibi görünür. Bu da sürrealizmin kurucularından Andre Breton’un otomatik yazı ve çizim anlayışıyla örtüşür. Yani zihnin “sansürsüz” akışını doğrudan kâğıda yansıtır.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 14.07.2025
(Resim Yorumları)